- Yaptırımlar ve tahkime elverişlilik - 11 Kasım 2022
- İtalya ve Türkiye Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma - 13 Eylül 2022
- Gıyabi tahkim yargılaması - 1 Ekim 2021
Milano Temyiz Mahkemesi tarafından yakın zamanda verilen bir karar (No. 1946, 23 Haziran 2021, İtalyanca metne buradan ulaşabilirsiniz) büyük ilgi ve pratik önem taşıyan bir konuyu ele almaktadır. Bu konu, tahkim yargılamaları ile bir hukuk mahkemesindeki paralel yargılamalar (söz konusu davada ceza yargılamaları) arasındaki ilişkiyle ilgilidir.
Mahkeme tarafından görülen davanın kısa özeti şu şekilde yapılabilir:
Temmuz 2014’te, iki denizaşırı şirket fotovoltaik sektöründe faaliyet gösteren bazı özel amaçlı araçların satışı için bir sözleşme imzalamıştır.
Bu işteki karlar, esas olarak İtalyan Hazinesi’ne ait özel bir şirket olan GSE S.p.A. aracılığıyla Devlet tarafından verilen katkı payından (s.c. feed-in tariff veya FIT) elde edilmektedir.
Söz konusu sözleşmenin imzalanmasından kısa bir süre sonra ve İtalyan mali polisi (“Guardia di Finanza”) tarafından yürütülen soruşturmaların ardından, GSE S.p.A. yeni satın alınan şirketlerin katkı payının ödenmesini durdurmuş ve hatta daha önce ödenen tutarların iadesini talep etmiştir.
İtalyan mali polisi tarafından ortaya çıkartılan çeşitli deliller, satıcının bazı yetkililerinin suçlanmasına sebebiyet vermiştir.
Alıcı, ceza yargılamasında bu memurlara ve satıcıya karşı bir hukuk davası açmıştır. Satıcıya yönelik talebin, İtalyan Medeni Kanunu’nun 2049. maddesi uyarınca, memurları tarafından işlenen suçlardan dolayı satıcının dolaylı sorumluluğuna ilişkin olduğunu belirtmek gerekir.
Ceza Mahkemesi alıcının talebini kabul etmiş ve davalıların 5.000.000 Euro tutarında geçici bir meblağ ödemesine hükmetmiştir.
Bu arada alıcı, satıcı ile yaptığı sözleşmede öngörülen tahkim yolunda öngörülen başvurularını da başlatmıştır. Bu yargılamalarda, Hakem Heyetinden, sözleşmenin kasıtlı olarak kötüye kullanılması nedeniyle iptal edilmesini, sözleşmenin bazı maddelerinin hükümsüz ve geçersiz olduğunun ilan edilmesini, satıcının ihlali nedeniyle sözleşmenin feshedilmesini, satıcının halihazırda ödenmiş olan bedelin (bir kısmını) iade etmesini ve zararın tazmin edilmesini talep etmiştir.
Hakem Heyeti söz konusu talepleri kısmen kabul etti: sözleşmeyi iptal etmedi, feshetmedi veya hükümlerini geçersiz kılması, ancak satıcının belirli bir sözleşme maddesiyle belirlenen sınırlar dahilinde zarar için tazminat ödemesine hükmetti.
Buna ek olarak, Hakem Heyeti, davacının tahkim yargılamasında ileri sürdüğü ve ceza yargılamasında ileri sürdüğü aynı iddialara karşılık gelen talepler (veya bunların bir kısmı) üzerinde yargı yetkisi olmadığını belirtmiştir.
Alıcı, karara on iki gerekçeye dayanarak itiraz etmiş ve bunların tamamı reddedilmiştir. Temyiz Mahkemesi, bu gerekçelerin esasa ilişkin (kabul edilemez) yeni bir değerlendirme talep etmeye yönelik gizli bir girişim teşkil ettiğine veya her halükarda temelsiz olduğuna karar vermiştir.
Temyiz Mahkemesi, özellikle, Hakem Heyetinin yargı yetkisinin yukarıda belirtilen sınırlandırmasının, esasa ilişkin kararın verilmesi için incelenecek olgusal unsurların seçiminden ibaret olacağını ve Mahkemenin bir Hakem Heyeti tarafından yürütülen bu tür bir faaliyeti incelemesine izin verilmediğini belirtmiştir.
Temyiz Mahkemesi tarafından varılan sonuç uygun görünse de (karar iptal edilemez), temelde yatan gerekçe tam olarak doğru görünmemektedir.
Hakem Heyetinin tahkim ve ceza yargılaması arasındaki ilişkiye dair gerekçesi, yakın zamanda rapor edilen usule ilişkin bir kararda yer almaktadır (on Giur. it., 2020, s. 1453 vd.).
Bu kararda, Hakem Heyeti “farklı mahkemelerde eş zamanlı olarak devam eden soruların özdeşliğini değerlendirmek için, bu soruların altında yatan maddi olguları dikkate almak gerektiğini; maddi olguların her iki yargılamada da aynı olması ve davacı tarafından aynı kişiye karşı belirli tazminat taleplerini temellendirmek için ileri sürülmesi durumunda, davacının taleplerinin aynı kabul edilmesi gerektiğini; söz konusu talepler belirli bir Lebensvorgang (yaşam yararı) elde etmek gibi aynı sonucu takip ettiğinden, taleplerin altında yatan maddi olguların yasal olarak doğrudan veya dolaylı sorumluluğa atfedilebilir olup olmadığına bakılmaksızın” belirtmiştir.
Yukarıda belirtilenler ışığında, Hakem Heyeti şu sonuca varmıştır: “(i) Hakem Heyetinden, farklı bir yargı mercii önünde ileri sürülen taleple aynı olan (yukarıda belirtilen anlamda “derdest”) bir talebi değerlendirmesi talep edildiğinde ve (ii) İtalyan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 817 ve 819-ter Maddelerinde öngörülen koşullar yerine getirildiğinde (yargı mercii önünde tahkim yargısı lehine herhangi bir çekince konulmamış olması anlamında), Mahkeme, kendi inisiyatifiyle karar vermekten kaçınmalıdır, zira kararlar arasında çelişki olmaması kamu yararınadır”.
Mahkeme ayrıca İtalyan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 75. maddesinin 3. paragrafının İtalyan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 3. maddesinin uygulanmadığına (çünkü aynı talep aynı kişiye değil, iki farklı tüzel kişiye yöneltilmiştir) ve bu nedenle tahkim yargılamasını durdurmadığına karar vermiştir. Nihayetinde, “davacı tarafından ileri sürülen tüm talepler üzerinde (…), bu taleplerin satıcının dolaylı sorumluluğuyla bağlantılı olarak ceza davasında ileri sürülen aynı olaylara dayanmadığı durumlarda ve ölçüde” yargı yetkisine sahip olduğunu belirtmiştir.
Konu şu şekilde basitleştirilebilir: tahkim yargısına tabi bir talep Devlet Mahkemelerinde ileri sürülürse, davalı Mahkemenin yetkisine itiraz etmezse ve bundan sonra davacı aynı talebi tahkim yargılamasında ileri sürerse ne olur?
Bu konu üç farklı açıdan incelenebilir: taleplerin özdeşliği; Devlet Mahkemesinin yargı yetkisine itiraz edilmemesinin sonuçları; aynı Mahkemenin kendi isteğiyle Mahkemenin yargı yetkisine itiraz etme olasılığı.
Hakem Heyeti ilk soruyu açık ve net bir şekilde ele almıştır: iki talep, aynı olgulara dayanarak aynı somut amaca (örneğin, bir miktar para) ulaşmayı hedeflediklerinde aynıdır. Sonuç olarak, farklı hukuki yapılar yukarıda belirtilen hususlar bakımından aynı olan talepleri birbirinden ayıramaz.
Hakem Heyeti ikinci soruyu sadece dolaylı olarak ele almıştır, ya da en azından kararının rapor edilen özetinde bu şekilde görüldüğünü belirtmek gerekir. Bununla birlikte, Hakem Heyeti tarafından varılan sonucun İtalyan içtihadında varılan sonuçla aynı olduğu görülmektedir: bir taraf Mahkemede dava açarsa ve diğer taraf Mahkemenin yargı yetkisine itiraz etmezse, tahkim yargısından feragat etmiş olurlar.
Son soruyla ilgili olarak, tahkim yargılamasındaki davalının, davacının ceza yargılamasındaki iddialarına dayanarak Mahkemenin yargı yetkisine itiraz etmediği görülmektedir.
Bu, “her iki makamın da [Devlet Mahkemesi ve Hakem Heyeti] ilgili tarafın buna itiraz etmemesine dayanarak yargı yetkisine sahip olacağı gerçekten anormal bir hipotezdir”. Bu bağlamda, İtalyan akademisyenler, bu tür durumlarda “Mahkemenin yargı yetkisinin üstün gelmesi gerektiğine” karar vermiş ve “Mahkemenin kendiliğinden yargı yetkisine sahip olmadığına karar veremeyeceğini; sonuç olarak, iki makamın yargı yetkisinin bir arada bulunduğu bir durumda olduğunu” eklemişlerdir. Ancak, davanın özelliğine rağmen, bir kez daha, çözüm, muhtemelen ilk olarak hangi kararın kesinleşeceği ışığında yapılacak daha sonraki koordinasyon olacaktır”.
Bilgili yazarın yukarıda alıntılanan görüşüne rağmen, Hakem Heyeti tarafından ulaşılan çözüm daha ikna edici görünmektedir.
Öncelikle, İtalyan Kanunu Madde 819-ter, paragraf. 1, son cümlesi uyarınca, “[Mahkemenin yargı yetkisine] böyle bir itiraz yapılmazsa, bu yargılamada karara bağlanan uyuşmazlık bakımından tahkim yargısı hariç tutulur”.
Bu hükmün doğru şekilde yorumlanması oldukça tartışmalı olmakla birlikte, tercih edilen seçeneğin bu hükmü tahkim yargılaması ile hukuk mahkemesindeki yargılama arasında bir koordinasyon mekanizması olarak yorumlamak olduğu görülmektedir. Diğer olası yorumlar, söz konusu hükmü fiilen yürürlükten kaldırma etkisine sahiptir ve böylece Parlamento tarafından yürürlüğe konulan metne anlam kazandırmak ve onu pratik bir kapsamdan yoksun bırakmamak olan amaçlarına ihanet etmektedir.
Yukarıdakilerin bir sonucu olarak ve tercih edilen yorum seçeneğine dayanarak, Devlet Mahkemesinin yargı yetkisine itiraz edilmemesi, bir yandan tahkim şartının (kısmen) uygulanamazlığına, diğer yandan da Mahkemenin esas hakkında karar vermeme görevine yol açacaktır.
Hakem Heyeti’nin bu görevi, İtalyan usul sisteminin temel ilkeleriyle bağlantılıdır. Hakem Heyeti’nin kararında belirttiği gibi, “kararlar arasındaki çelişkileri önlemek kamu yararınadır”. Nitekim, Parlamento tarafından çıkarılan çeşitli kanun hükümleri bu riskten kaçınmayı amaçlamaktadır ve İtalyan usul sistemi bu amaç ışığında yorumlanmalıdır.
Nitekim, bu tür davalarda Hakem Heyetinin kendi yargı yetkisine itiraz etmesinin engellenmesi halinde, istenmeyen sonuçlar ve usuli karışıklıklar ortaya çıkacaktır. Eyalet Mahkemesi’nin kararı nihai olmadığından, karar İtalya’nın 829. maddesinin 1. fıkrasının 8 numaralı bendi uyarınca iptal edilemez. İtalyan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 8. maddesinin 1. fıkrası uyarınca iptal edilemez. Aynı zamanda, İtalyan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 819-ter Maddesi’nin engellemesi nedeniyle, Eyalet Mahkemesi’ndeki yargılamalar hakem kararının verilmesi nedeniyle durdurulamaz. Ödeme emirleri arasındaki olası uyuşmazlıklar ve/veya çakışmalar icra aşamasında çözülebilirken, esasa ilişkin kararların diğer olası içerikleri (örneğin, sözleşmenin feshine ilişkin) bakımından çözüm daha karmaşık görünmektedir. Bu bağlamda, ikinci karar geçerli olmalıdır (İtalyan Yüksek Mahkemesi’nin 31 Mayıs 2018 tarihli ve 13804 sayılı kararında ortaya koyduğu ilkelere göre, İtalyan Yüksek Mahkemesi’nin daha önce 26 Ağustos 1986 tarihli ve 5311 sayılı kararında ortaya koyduğu aynı ilkeleri onamıştır). Böylesine öngörülemez bir çözüm, İtalyan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun söz konusu 819-ter maddesi ile yeterince uyumlu değildir.
Yukarıda anlatılanlar ışığında, Hakem Heyetinin belirli emsallerin desteğinden yoksun olduğu için daha az güvenli görünen gerekçesinin, aslında medeni usul hukukunun önemli ilkeleri temelinde daha sağlam olduğu sonucuna varılabilir.