X

Yabancı Hakem Kararlarının Türkiye’deki Tenfizi bakımından Bir Dava İncelemesi: Delil sunma v. Gizlilik

Türkiye, geçtiğimiz on yıl içerisinde tahkim dostu bir yargı çevresi olma konusunda önemli adımlar atmıştır. Yine de karşılaştırmalı olarak değerlendirecek olursak, görüyoruz ki Türkiye’de derdest yabancı hakem kararlarının tenfizi davaları diğer tahkim dostu ülkelerden daha detaylı şekilde görülmektedir.

Tenfiz davaları yakın geçmişe kadar hem harçlar bakımından hem de görevli mahkeme bakımından net bir alana oturtulamamıştı. Bu belirsizliklerin aşıldığını söylemekle birlikte, yine de her davanın kendi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini eklemek gerekir.

Bu kısa çalışmada incelenen karar 2021 tarihli bir karar olup, tenfiz incelemesinin kapsamına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Zira, yabancı hakem kararlarının tenfizi davalarındaki esasa ilişkin inceleme yapılmaması prensibi, her olayın kendine özgü yönleriyle birlikte yorumlanmalıdır.

Somut olayda, tarafların davacının uğradığı zarar miktarını tespitine ilişkin taraf bilirkişi raporlarını ve delillerinin bir suretini eş zamanlı olarak Hakem Heyetine ve bir suretini de karşı tarafa sunmaları istenmiştir. Taraflardan her birinin diğer tarafın iddiasına konu delillerini ve yargılama sırasında aldıkları bilirkişi raporlarını inceleme ve raporlara karşı cevap sunma ve rapor sunan bilirkişileri “çapraz sorgu”ya alma hakları tanınmıştır.

Her iki taraf da, zararın miktarına ilişkin kendileri yargılama sırasında aldıkları bilirkişi raporlarını dosyaya sunmuşlar, bu raporların hiçbir kısmı karşı taraftan gizlenmemiştir.

Davacı taraf iddiasını güçlendirmek için, [x] şirketinin mali yapısı ve değeri yönünden davadan çok önce kendilerince alınan 2008, 2009 ve 2010 yıllarına ilişkin inceleme raporlarına da delil olarak dayanmış, ancak uyuşmazlık çözüm takvimine göre diğer delillerle birlikte bu raporların da bir suretini hakem heyetine, bir suretini de davalı tarafa gönderme yükümünde olmasına rağmen göndermemesi üzerine, davalı tarafın bu raporların kendilerinde gönderilmediğini ileri sürerek bir suretin kendilerine gönderilmesini talep etmesine rağmen, davacı tarafın göndermeyi reddetmesi üzerine bu defa davalı tarafça Hakem Heyetine başvurulmuştur.

Hakem Heyeti tarafından usul kararıyla bu raporların sunulması ve bir suretinin davalı tarafa gönderilmesine karar verilmiş ancak davacı tarafça bu yine reddedilmiştir. Davalı tarafça yeniden talepte bulunulmuş, davacı tarafça bu defa ticari sırların gizliliği gerekçesiyle tekrar reddedilmiştir.

Davalı tarafın bu defa yeniden talebi üzerine Hakem Heyeti, 2009 ve 2010 yıllarına ait davacı tarafın inceleme raporlarının sadece şirketin değerlemesine ilişkin ilgili fasıllarının sunulmasını emretmiş, isterse rapor sunanların isimlerinin ve değerleme ilgili olmayan kısımlarının değiştirilerek sunulabileceği ve raporların davalı asiller tarafından değil, ancak davalıların avukatı ve değerleme uzmanlarınca incelenebileceğine karar vermiştir. Bu defa davacı taraf, 2009 ve 2010 yılı raporlarından kendilerince uygun gördükleri kısımlara ilişkin bilgileri çıkartarak dosyaya sunmaları üzerine, davalıların avukatları ve değerleme uzmanları, ancak kendilerine gösterilen kısmı itibariyle bu raporları inceleyebilmiş, ancak bu defa da davalıların kendi uzmanlarının hazırladığı raporun taslağını davalı asillerle paylaşması ve birlikte değerlendirme yapmaları yasaklanmıştır.

Hakem Heyeti kararında, çok büyük ölçüde davacı tarafça hazırlatılan raporlardan Mart 2010 tarihli raporu esas alarak davacı tarafın uğradığı zararı belirlemiştir. [yer yer alıntının dili sadeleştirilmiştir]

Yargıtay’a göre hukuki dinlenilme hakkının bir gereği olarak taraflar yargı organları önünde bir engelle karşılaşmadan iddialarını serbestçe dile getirebilmeli ve ispatlayabilmeli, karşı tarafın hakkındaki iddialarını ise savunma hakkı kapsamında yine bir engelle karşılaşmadan serbestçe çürütebilmelidir. Yine bu minvalde, bu hakların uygulanması uyuşmazlığa konu delil ve belgelere kolayca erişimi de kapsar. Bu nedenle taraflar delilleri serbestçe inceleyebilmeli, tarafların bilgisine açık olmayan bir husus karara esas olamamalıdır. Bu yaklaşım, dikkate şayan bir değerlendirmedir. Zira karara esas olarak alınan bir belgenin, belge sahibinin karşı tarafınca incelenmesi aynı zamanda cevaplama ve reddedebilme gibi hak ve gereklilikleri de yanında getirecektir.

Prensip olarak “ticari sırların korunması”, ticari hayattaki aktörlerin önem verdiği meşru bir haktır. Ayrıca, tarafların tahkim uyuşmazlık çözümü yolunu tercih etmelerinin en önemli sebeplerinden biri ticari sırların korunması, yani “gizlilik”tir.

Fakat, her ne kadar gizlilik ve hukuki sırların korunması meşru ve makul haklar olsalar da, bu ihtiyaçlar öne sürülerek bir dava kapsamında başkaca ve dava bakımından etkisi çok daha önemli olan hukuki dinlenilme hakkına zarar verilemez. Hukuki dinlenilme hakkına bu şekilde verilen bir zarar, çoğu zaman davanın oluşturulmasına dahi engel teşkil edebilir. Elbette ki, asli deliller davanın kanıtlanması için büyük önem arz eder ve yoklukları davanın hakkaniyete uygun şekilde görülmesini engelleyecektir. Buna karşın, gizlilik ve ticari sırların korunması ihtiyaçları bazı başka tedbirlerle yine temin edilebilir. Bu durumda, dengeleme/ orantılılık yaklaşımı benimsendiğinde de hukuki dinlenilme ve savunma haklarının daha ağır basacağı açıktır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurul tarafından iç hukuktaki kamu düzeninin çerçevesi, “Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına, Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli ortak prensiplere, medeni toplulukların, toplumun medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine aykırılık” şeklinde çizilmiştir. Tanıma ve tenfiz talebine konu yabancı kararın Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığının tespiti, esas itibariyle hâkimin takdirine bırakılmıştır. Ancak hakim, takdir yetkisini kullanırken milletlerarası özel hukukun varlık sebebini ve bu hukukun genel prensiplerini dikkate almak durumundadır (Yargıtay HGK 26.11.2014 T. ve 2013/1135-2014/973).

Yine somut olay özelinde, “Hakem heyetince, büyük ölçüde hükme esas alınan Mart 2010 tarihli raporun incelenmesi konusunda, taraflarca üzerinde anlaşılan yargılama usul kurallarına da aykırı olacak şekilde, inceleme raporunu hazırlayan kişilerin isimleri, liman değerin hesaplanmasında esas alınan finansal model ve metotla ilgili kısmı ile bu raporun alınma amacının olduğu bölümün gizlenmesi suretiyle eksik şekilde dosyaya sunulmasına izin verilmesi, böyle bir rapor mevcudiyetinden ve değiştirilmiş olabileceğinden kuşku duyan davalı taraftan raporun aslının ve kopyasının gizlenmesi, hatta hükme esas raporun görülen kısmı itibariyle davalı tarafın değerleme uzmanınca hazırlanan taslak raporun dahi davalılarca görülmesine izin verilmemesi, bu raporları hazırlayan kişilerin davalılarca çapraz sorguya çekilmelerinin engellenmesi, tüm bu gizliliğin hiçbir makul ve hukuki temele dayalı olmaması hakem heyetinin tarafsızlığı konusunda kuşkuya düşürülmesinin, tahkim yargılaması sırasında davalı tarafın delillere erişimi ve kendilerini savunma haklarının ağır şekilde ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

Savunma hakkının kısıtlanması ve bu suretle adil yargılanma hakkının ihlali, ayrıca Türk kamu düzenine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir.

Somut olayda, eldeki kısa çalışmanın konusu ile irtibatlı olmayan bazı başka usuli hususlar mevcut olduğundan sonraki aşamalara ilgili kısımlar burada konu edilmeyecektir.

Fakat, bahsi geçen karardan çıkartılacak en önemli sonuç, Türk yargılamasında yabancı hakem kararlarının tenfizi davalarında Türk hakimleri esasa girmekten kaçınmakla birlikte tahkim yargılamasının hakkaniyete uygun şekilde yapılabilmesi için takdir yetkilerini kullandıklarıdır.

İşte bu sebeple, Türkiye’de ikame edilmesi düşünülen yabancı tahkim kararlarının tenfizi davaları henüz açılmadan evvel yalnızca hakem kararı metni değil, tahkime yargılaması süreci bütününün tenfiz davaları örnekleri paralelinde incelenmesi ve hem tahkim yargılaması hem de tenfiz davaları bakımından sahip olunması zorunlu tecrübe ışığında değerlendirme yapılmalıdır.

İdil Bozoğlu:
Related Post